Küçüktüm, ufacıktım. Kâğıdı tanıdım, boş kâğıdı. Sütten ak, kardan paktı. Kalemi tanıdım peşi sıra ki, o olmadan kâğıt çıplaktı. Kâğıda ve kaleme doyamamışken daha, yazılacak, çizilecek bir dolu şeyin arasına okunacak olanları, önce masalları kattım. Çocukluğumun en güzel hatıralarıdır kitap okumalarım, masal kitaplarım. İskandinav masallarından İran masallarına, oradan Dedem Korkut hikâyelerine uzanan, hayali bir bahçeye gizli geçitler açan fantastik yolculuklardı okumalarım.
Oyunsuz, oyuncaksız, arkadaşsız dünyamda tek eğlencem bu ikensihrin, büyünün eksik olmadığı masal âleminden uyanmam çok sürmedi. Bir karış büyüdü boyum. Okudukça büyüdüm, büyüdükçe okudum. Yetmedi, hayal dünyamı kâğıtlara çizdim. Kağıtlara içimi döktüm. Böyle devam etti yazmalar, çizmeler, okumalar. Zamanın ve mekânın önemi yoktu. Bana sunulan bir armağandı kitaplar ve kalemler tecrit edilmiş odalarda.
Baktım ki, bir karış daha büyümüşüm, kaygıları tatmışım. Evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışım derken; kitapların sarıp sarmalayan, avutan dünyasından atılmışım yaka paça. Anladım ki kitaplar hayatı öğretmemiş bana. Ne şiirin romantik dünyası var, ne masallardaki mutlu sonlar. Günlük sıradan işlerin, beklentilerin arasında bocalayan, küçük bir yetişkindim artık. Bir daha büyüyemedim.
Hal böyleyken,yeni kapılar aralamanın vakti gelmişti. Zamanla tuvale, fırçaya, boyaya gönül verdim. Rengi sevdim, boya kokusunun genzimi yakışını sevdim. Derken heykeli, seramiği kattım hayatıma, susup da söyleyemediklerim dile geldi. Ama çocuk gönlüm kaygılardan azadeyken kitaplardan aşırdığım hayal dünyam hiç büyümedi, hep çocuk kaldı. İşte bu hayal âlemidir çamura ve öykülere ruh veren. Şimdi ince, şeffaf bir iple bağlıdır o küçük çocuk bu kadına, geçmiş zaman içinde unutulmasın diye…